• BIST 9716.77
  • Altın 2427.694
  • Dolar 32.5699
  • Euro 35.0032
  • Ankara 20 °C
  • İstanbul 16 °C
  • İzmir 16 °C
  • Giresun 19 °C
  • ŞEBİNKARAHİSARLILAR YARDIMLAŞMA DERNEĞİN’DEN TERÖR OLAYLARINA KARŞI ÇOK SERT AÇIKLAMA
  • ORDU-GİRESUN HAVALİMANI TURİZMİ CANLANDIRDI
  • ALİ KARANCI YAZDI ‘’YAPBOZ DEĞİL, PLANLI PROJELİ’’
  • RAMAZAN’DA GÖNÜLLERE UZANACAK SICACIK EL ŞEBİNKARAHİSARLILAR YARDIMLAŞMA DERNEĞİ’NDEN
  • AK PARTİ GİRESUN’DA SEÇİM SONUÇLARINA İTİRAZ ETTİ

Dikilitaş Olmaya Razıyım ve Hazırım

Dikilitaş Olmaya Razıyım ve Hazırım
Uluslar arası Strateji Uzmanı ve eski Giresun Üniversitesi kurucu Rektörü Prof. Dr. Osman Metin ÖZTÜRK, Er Volkan DEMİR'İN sözlerini yorumladı...
Uluslar arası Strateji Uzmanı aynı zamanda da Giresun Üniversitesi kurucu rektörü olan Prof. Dr. Öztürk, Hakkari/Gediktepe'deki çatışmada yaralanan Giresunlu asker Volkan Demir'in "Silah arkadaşlarımın kanının döküldüğü, şehit olduğu yerde; dikilitaş olmaya razıyım ve hazırım" sözlerini yorumladı. Bölücü terör örgütünün dünü ve bugününü ve medyanın yaşanan olaylardaki rolünü analiz etti.

Türkcelil adlı internet sitesinde yayınlanan Prof. Dr. Osman Metin Öztürk'ün yazısı şöyle;

1. Hakkari/Gediktepe'deki çatışmada yaralanan Mehmetçik diyor ki, “silah arkadaşlarımın kanının döküldüğü, şehit olduğu yerde 'dikilitaş olmaya' razıyım ve hazırım” …

Bu sözde o kadar çok şey var ki…

O gencin bu sözleri o kadar çok şeyi çağrıştırıyor ki…
Daha yirmili yaşların başındaki bu fidanın sözleri, her şeye rağmen bu milletin mayasının hala sağlam olduğunu göstermiyor mu!

Ve Mehmedin o sözünden herkesin kendisine bir hisse çıkarması gerekmiyor mu!

2. Otuz yıla yakın bir süredir, eli çok kanlı ve ayrılıkçı bir terör sorununu yaşayan bir ülkede, eğer terör örgütünün eylemlerinden sonra örgüte taşeron denilerek kamuoyunun dikkati örgütün arkasında olduğu düşünülen aktörlere yönlendiriliyorsa, bu, 30 yıldır yürütülen terörizmle mücadeleden hala bir şeyler öğrenilmediği ve terör sorunu yaşayan Türkiye dışındaki ülkelerin terörizmle mücadelede yaşadıklarından dersler çıkarılmadığı anlamına gelir. Eğer örgüt taşeron ise,

- Bunun, örgütün etkisine açık vatandaşlarımıza anlatılması; örgütün, Kürt kökenli insanlarımızın temsilcisi olmadığının belgeleri ile işlenmesi; tam terinse, örgütün taşeron olduğunun ve Kürt kökenli insanlarımızı başkaları adına istismar ettiğinin ifade edilmesi; dolayısıyla taleplerinin gerçekte demokrasi, insan hakları ve temel hak ve özgürlükler ile bir alakasının olmadığına, bu evrensel değerlerin Kürt halkı için istenmediğine ve bir araç olarak kullandığına dikkat çekilmesi,

- Daha önce Suriye'ye yapıldığı gibi, örgütün arkasındaki aktörlere bunun uluslar arası hukukta Türkiye'ye yapılmış bir saldırı anlamına geldiğinin diplomatik kanallardan iletilmesi, önlenmesinin istenmesi ve bu saldırı karşısında Türkiye'nin öncelikle konuyu BM'ye taşıması, bunu yaparken de savunma hakkını kullanmaya kararlı olduğunun işaretlerini eylemli olarak uluslar arası kamuoyuna göstermesi,

- Dolaylı yollardan gelen örgüt taleplerinin karşılanmaması ve bu bağlamda, adı “demokratik açılım” bile olsa örgüte pirim verme olarak algılanabilecek tasarruflardan uzak durulması,

gerekmez mi?

Devlet yönetimi, günlük politikalardan uzak durmayı, gerçekçi olmayı ve atılacak her adımda sonraki muhtemel adımların neler olabileceği üzerinde önceden çalışmayı ve bu çalışmaya göre hazırlıklı olmayı (önlem almayı) gerektirir. Eğer ciddi ve ayrılıkçı bir terör sorunu ile karşı karşıya kalınmışsa ve örgütün taşeron olduğu açıklanabiliyorsa, bu gerekliliğin öncelikle gözetilmesi kesinkes icap eder.

3. Örgütün, Avrupa'nın hemen her ülkesinde varlık gösterdiği, destek gördüğü ve/veya yuvalandığı; eylemlerini finanse etmek için ihtiyaç duyduğu mali kaynakları, genelde Avrupa ülkelerindeki yasal ve yasadışı faaliyetleri üzerinden temin ettiği ve bu Avrupa ülkelerinin, yakın ilişki içinde olduğumuz ülkeler olduğu biliniyor. Aynı şey ABD için de, çoğu Orta Doğu ülkesi için de geçerlidir. Örgütün taşeron olduğu ileri sürüldüğünde, bu ülkeler, otomatikman örgüte taşeronluk görevi veren aktörler olmaktadırlar. Uluslar arası hukuk, saldırıda bulunan ile saldırgana destek veren ve ona ev sahipliği yapanı aynı kefeye koymakta ve saldırıya maruz kalan ülkenin bunların her ikisine karşı da kendisini savunma hakkının bulunduğunu söylemektedir.

O itibarla, örgüte taşeron dedikten sonra yapılması gereken şey, örgütün kimlerin taşeronu olduğunu belgeleri ile ortaya koymak ve arkasından da bunlar hakkında hukuksal, politik, ekonomik ve askeri önlemler almaktır. Böyle bir yola girilmesi, hiç şüphesiz, hemen hepsi ile yakın ilişki içinde olduğumuz bu ülkeleri karşımıza almamız anlamına gelecektir. Türkiye, bunu yapabilir mi? Veya bunu yapmak yerine aynı sonucu doğurabilecek başka neleri yapabilir? Bu adımların Türkiye'ye muhtemel yansımaları neler olabilir? Türkiye, bu (politik, ekonomik ve güvenlik) yansımaları nasıl karşılayabileceği (göğüsleyebileceği) konusunda bir ön çalışmaya ve hazırlığa sahip midir? Örgütün taşeron kimliğine dikkat çekilirken, bu ve benzeri soruların önceden dikkate alınmış olduğu farz ve kabul edilmek durumundadır.

Olmayacak/olamayacak işin peşinden koşmamanın, yapılamayacak şeyi söylememenin, ağızdan çıkacak sözün esiri olunacağının ve sözün sahibini bağlayıp peşine takacağının bilinmesi gerekir.

Terörizmle mücadele edilen bir ülkede, çok konuşulmaması ve demek istenilenlerin somut eylemler ile ortaya konulması, terörizmle mücadele stratejisinin en temel unsurlarındandır. Nedeni de, terörizmle mücadelede inandırıcılığın ve kararlılığın temel önemde olmasıdır. Çok konuşulup hiçbir şey yapılamaması veya konuşulanlar kadar yapılmaması, terör örgütünün işine gelir, bunlar kurulu düzenin aşındırılmasına ve yıpratılmasına, kurulu düzene olan güvenin sarsılmasına hizmet eder.

Terörizmle mücadelede, kontrol edilebilecek bir beklenti ile yola çıkılması ve/veya hangi düzeyde bir beklentiye yol açılmasının amaca hizmet edeceği üzerinde önceden çalışılması esastır. Çünkü beklentilerin karşılanmamış olması veya beklentilerin çok gerisinde kalınmış olunması, terör örgütünün eline yeni propaganda malzemesi verir ve bundan kurulu düzen ciddi şekilde zarar görür. En büyük zarar da, örgüt üyeleri de dahil herkes nezdinde, kurulu düzeni temsil edenlerin sözüne güvenilmeyeceği algılamasına neden olunmasıdır. Devletin inandırıcılığının azalması ise, bir taraftan örgütten ayrılmak isteyenleri örgütte tutar, diğer taraftan da terör örgütüne müzahir olmakla olmamak arasında kararsız kalmış büyük kitlenin örgütün etkisine açılmasına hizmet eder.

Devam edersek; örgütün taşeron olduğunu ileri sürmek ve ileri sürüşten hareketle örgütün arkasındaki devletlere dikkat çekmek, terörizmle mücadeleyi bir iç hukuk ve iç politika konusu olmaktan çıkarıp, uluslar arası hukuk ve dış politika konusu yapmak demektir. Terörizmin sıradan ve ucuz bir dış politika aracı olduğu söylenegeldiği için, örgütün taşeron olduğunu söylemek malumun ilanından başka bir şey değildir. Burada malumun ilanını önemli kılan husus, bunun devletin en yetkili ağızlarından çıkmış olmasıdır.

Bu önemin ne olduğunu ve nasıl ortaya konulduğunu ifade etmek için, örgütün başının Suriye'den çıkarılmasına dair sürece bakılması yeterli olacaktır. Örgüte ve örgütün başına ev sahipliği yapan Suriye'nin yaptığının uluslar arası hukuka aykırı olduğu ve Türkiye'nin uluslararası hukuktan kaynaklanan kendisini savunma hakkını gerekirse kuvvet kullanarak kullanma konusunda kararlı olduğu, her platformda, en tepedeki yöneticiden başlayarak sivil-asker herkes tarafından, hem Şam'a hem de dünya kamuoyuna eylemli olarak gösterilmiş ve ortaya konulmuştur. O itibarla, eğer örgütün taşeron kimliğine dikkat çekilecek ise, benzer bir hazırlık yapılmış ve müteakiben bazı adımların atılmış icap eder.

4. Uluslar arası hukukun saldırıya uğrayan tarafa tanıdığı savunma hakkı, dün Suriye'ye karşı nasıl kullanılmışsa, bugün de örgütü taşeron olarak kullanan diğer ülkelere karşı aynı şekilde kullanılması icap eder.

İşte burada terörizmle mücadeleye ilişkin strateji bağlamında önem arz ettiği değerlendirilen bir hususa özellikle dikkat edilmesinde yarar vardır. O da, terörizmle mücadeleye uluslar arası hukuk ve uluslar arası politika bağlamında yaklaşılması gerektiğidir. Türkiye bağlamında, taşeron nitelemesi ve Suriye örneği de bu gereği teyit etmektedir. Eğer terörizmle mücadelenin uluslar arası boyutu öne çıkmışsa, uluslar arası hukukun iç hukuktan, uluslar arası politikanın da iç politikadan ayrılan yanları görmezden gelinerek terörizmle mücadeleye yaklaşılması doğru olmayacaktır. Eğer terörizmle mücadeleye ilişkin bir strateji uluslar arası hukukunun ve uluslar arası politikanın esaslarını görmezden geliyorsa, bu stratejinin sahiplerini başarıya götürme şansı hiç yoktur veya biraz iyimser bir yaklaşımla başarı şansı oldukça zayıftır.

Bu noktada, uluslar arası hukukun ve uluslar arası politikanın terörizmle mücadele açısından önem arz eden temel özellikleri nelerdir sorusunu sormak ve bunun üzerinde durmak gerekir. İç hukukta ve iç politikada, hayatın her alanını düzenleyen hukuk kuralları, bunlara uyulmasını denetleyen kolluk güçleri ve uymayanları cezalandırmak üzere bir yargı gücü; demokratik ve hukuksal yollarla işbaşına gelmiş, vatandaşları arasında ayrım yapmayan ve her işinde kamu yararı saiki ile hareket eden buyurucu bir otorite vardır. Bunların hepsi birlikte, kamu düzenini (düzenli idareyi) sağlar. Birisi hukukun dışına çıkmaya teşebbüs ettiği zaman ona dur diyecek, onu caydıracak, hukukun dışına çıkmışsa onu cezalandıracak bir hukuksal düzen ve güç vardır.

Uluslar arası hukukta ve uluslar arası politikada, bu denli bir durum mevcut değildir. Mevcut uluslar arası hukuk kuralları, uluslar arası politikanın her alanını düzenlemekten uzak olduğu gibi, düzenlenen alanlarda da düzenleyici kurallara uyulup uyulmadığını denetleyecek sürekli, üstün ve meşru bir otorite mevcut değildir. Kurallara uyulmamasının müeyyidesi olsa bile, bu müeyyideyi uygulayacak merkezi bir organ yoktur. BM Şartındaki bazı hükümler ile, olayların etkisinde ortaya çıkmış bazı özel yargı yerleri dışında, dikkat çekici denetleyici ve yargılayıcı bir uluslar arası (uluslar üstü) kurumsal yapılanmadan söz etmek mümkün değildir.

Uluslar arası hukuka ve uluslar arası politikaya ilişkin bu tablo, ister istemez, gücü öne çıkarmakta; uluslar arası hukuk ve uluslar arası politika, gücün etkisinde kendisini göstermektedir. Halk arasındaki deyimle “güç, gücü yetene karşı kullanılarak” uluslar arası politikada sonuç elde edilmektedir. Bu nedenle, uluslar arası politikanın gücün etkisinde şekillendiğini söylemek yanlış olmayacaktır. Uluslararası sistem, esas itibarıyla bu şekilde işlemektedir. Bu itibarla, uluslar arası hukuka ve uluslar arası politikaya ilişkin bu gerçeği dikkate almayan bir terörizmle mücadele stratejisinin başarılı olması mümkün görülmemektedir. Türkiye'nin dün terörizmle mücadele bağlamında Suriye'ye karşı gösterdiği tavrı, bugün örgütü taşeron olarak kullandığı ileri sürülen ülkelere karşı şimdiye kadar gösterememiş olması da, bu gerçeğin çok somut bir işareti olduğu değerlendirilmektedir.

Örgütün taşeron olarak nitelendirilmesi ve bu nitelendirmenin etkisinde yukarıda yer verilen mülahazalar ışığında, Türkiye'nin terörizmle mücadelesinin uluslar arası hukuk ve uluslar arası politika üzerine bina edilmesi gereği ortaya çıkmaktadır. Yani eğer, ülke olarak güçlü değilseniz, terörizmle mücadelede fazla mesafe alamazsınız. Ülkenin gücünün, terörizmle mücadelede, bu mücadeleyi veren kurumların gücünde ifadesini bulacağı düşünülürse, etkin bir terörizmle mücadele stratejisinin, öncelikle millet adına bu mücadeleyi yapan kurumların güçlü tutulması üzerine bina edilmesi gerektiği ortaya çıkar.

5. Örgütün taşeron olduğu, yeni bir şey değildir, tarihsel bir gerçeğin ifadesidir ve bunun içindir ki, yukarıda malumun ilanı olduğu belirtilmiştir. 18. yüzyılın başından bu yana Doğu ve Güneydoğu Anadolu'da çıkan isyan ve ayaklanmalara bakılırsa, kişisel husumete dayalı olan birkaçı dışında, genellikle bölge halkının bölge dışı aktörlerin o bölgedeki çıkarları doğrultusunda bir araç (yani taşeron) olarak kullanılmış olmaları sonucu ortaya çıkmış olduğu görülür. Bu itibarla, Türkiye'nin güncel terörizmle mücadele stratejisi belirlenirken bu tarihsel gerçeğin göz önünde bulundurulmasından daha doğal bir şey olamaz.

Türkiye'nin sahip olduğu jeopolitik konumun ve koşulların, Türkiye'ye her daim güçlü olmayı empoze ettiği ve bulunduğumuz coğrafyanın güçlü olmayan devletlere yaşama hakkı tanımayacağı, herkesin bildiği bir husustur. Bu husus, terörizmin sıradan ve ucuz bir dış politika aracı olduğu ve örgütün taşeron olduğu gerçeği ile birlikte dikkate alınırsa, Türkiye'nin terörizm ile mücadele stratejisinin her açıdan güçlü kurumsal yapılanmalara sahip olmayı gerektirdiği gerçeği ortaya çıkar.

6. Terörizmle mücadele; gerçekçi olmayı, ayrıntılara ve küçük şeylere fazla önem vermeyi, mücadelede işe yarayacak en küçük unsurlardan bile yararlanmayı, fazla konuşmamayı, mücadeleyi bütüncül bir gözle ele almayı gerektiren bir konudur. Bu mücadelede, inandırıcılık, kararlılık ve güvenirlik temel önemdedir. Halkı, kamuoyunu arkasına alamayan bir terörizmle mücadele stratejisinin başarılı olabileceği düşünülemez.

Bir tehdit unsuru olarak terörizmin bugün geldiği nokta çok önemlidir. Kitle imha silahlarına sahip olmalarından duyulan endişe ve terörizmin kadın, çocuk, yaşlı, genç demeden bir bütün olarak sivilleri hedef alan doğası karşısında, terörizm ile mücadelede istihbaratın önemi çok artmıştır. Terör faaliyetlerinin mevcut ve muhtemel ağır sonuçları nedeniyle, istihbaratın önleyici işlevinin düne göre bugün çok daha önemli hale gelmiş olduğu asla unutulmamalıdır. Daha fazla istihbarat, daha fazla güven ve huzur demektir.

Görsel medyanın, terör olaylarını “son dakika” haberleri formatı ile sürekli halkın gözüne sokmalarının ve olay yerinden kesintisiz canlı yayın yapmalarının, terörizmle mücadeleye zarar verdiği; bu yayınların halk arasında korkuya yol açarak terör örgütünün amacına hizmet ettiği; terör örgütünün güçlü, güvenlik güçlerinin de güçsüz, beceriksiz ve çaresiz olduğu algılamasına yol açtığı; aidiyet sorunu yaşayan bunalımdaki gençleri terör örgütüne ittiği dikkate alınarak, medyanın bu tür olayları veriş biçimi üzerinde bir çalışma başlatılmalıdır. İç hukukta ve uluslararası hukukta basın özgürlüğünü ve haberleşme hakkını düzenleyen kurallar da dikkate alınmak suretiyle, terör haberlerinin veriliş biçimini düzenleyecek esasları belirlemeye yönelik bir çalışmanın, ilgili sivil toplum kuruluşlarının ve meslek mensuplarının katılımıyla süratle başlatılmasında yarar görülmektedir.

7. Bu hukuksal, politik, tarihsel ve teknik gerçekler ışığında, terörizmle mücadele ederken taşeron nitelemesinde bulunup örgütü taşeron olarak kullanan ülkeleri doğrudan karşımıza alıp, onları daha çok örgüte itmek ve bu suretle karşımızdaki cepheyi daha da büyütmek, doğru bir strateji ve yaklaşım değildir. Gücün göreceli olduğundan hareketle, bunun, Türkiye'yi terörizmle mücadelede zayıf göstereceğini ve bir şey yapamaz bir pozisyona iteceğini söylemek icap eder.

Örgütün taşeron olduğuna vurgu yapmak yerine, terörizmle mücadelenin uluslararası hukuk ve uluslararası politika bağlamında yürütülmesi gereğini ve bu bağlamda yürütülecek bir mücadelede gücün belirleyici olduğu gerçeğini dikkate alarak, ülke olarak güçlenmeyi ve bu güçlenmeyi de daha çok terörizmle mücadele eden kurumlar ile medya üzerinden iç ve dış kamuoyuna yansıtmayı öngören bir strateji bağlamında hareket edilmesi, daha doğru ve daha uygun bir strateji olacaktır.

Mehmetçiklerin “dikili taş” olmaya hazır ve razı olmaları çözüm değildir. Onlar, “kınalı kuzu”… Nereye kadar “kınalı kuzularla”…

Çözüm, “dikili taş” olmaya razı ve hazır gencecik fidanlardaki bu potansiyel gücü, bu inancı ve bu kararlılığı örnek alacak, bunların hepsini kurumsal ve ülkesel bir güce dönüştürecek, her kesimin taşın altına elini koymasını öngörecek yeni bir stratejinin belirlenmesindedir. Bu yeni strateji, Türk Bayrağının gölgesinden ve serinliğinden istifade eden, ezan seslerinden huşu duyan, rahat ve huzur içinde mutlu ve müreffeh yaşayan, geçimini sağlayan, işini yürüten gerçek ve tüzel her Türk vatandaşını kapsamalıdır.

Kin ve husumet duygularının bölücü ve parçalayıcı etkisinin uç noktalara ulaşmasına fırsat verilmemelidir.

Şehitlerimizin ruhları şad olsun. Gazilerimiz var olsun.
Bu yazıyı eğer kaleme alabiliyorsam onlar sayesinde alıyorum.
Haklarını helal etsinler. Bizim de bir hakkımız var ise, helal hoş olsun kendilerine.

22 Haziran 2010, Salı, 12:54, Ankara.
http://www.turkcelil.com/2010/06/22/prof-dr-osman-metin-ozturk-dikilitas-olmaya-raziyim-ve-hazirim%E2%80%A6/
Bu haber toplam 2712 defa okunmuştur
  • Yorumlar 0
  • Facebook Yorumları 0
    UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
    Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
    Bu habere henüz yorum eklenmemiştir.
Diğer Haberler
Tüm Hakları Saklıdır © 2006-2015 Şebin Haber | İzinsiz ve kaynak gösterilmeden yayınlanamaz.